Toplumumuzda kadına yönelik şiddetin giderek yaygınlaşması, hem bireysel hem de toplumsal açıdan önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Kadın cinayetleri, sosyal adaletin sağlanmasını engelleyen, erkek egemen düzenin yarattığı bir tehdit unsuru haline gelmiştir. Birçok kadının hayatını kaybetmesi, cinayette kullanılan yöntemlerin çeşitlenmesi ve mağdurların yaşadığı travmanın derinleşmesi, bu konuya dair farkındalığımızı artırmamız gerektiğini gösteriyor. İşte, ne yazık ki son zamanlarda gündeme gelen 'karısını boğarak öldürdü' haberi, bu trajik gerçeğin bir yansıması. Bu olay, sadece bir cinayet olayı değil, aynı zamanda toplumsal fabricamızı sorgulamamız gereken bir durumdur.
Kadına yönelik şiddet, özellikle de erkekler tarafından gerçekleştirilen cinayetler, gündemimizi sıkça işgal ediyor. "Karısını boğarak öldürdü" ifadesi, basında sıkça karşılaştığımız bir tanım olsa da, arka planda yatan sebepleri anlamak, bu tür olayların neden bu kadar sık yaşandığını kavramak açısından önemlidir. Toplumumuzda erkeklerin kadına yönelik şiddet uygulama oranları artarken, kadınların hayatlarının son bulması da orantılı bir şekilde yükseliyor. Birçok kadın, kendisini koruyacak mekanizmalar bulamıyor ve dolayısıyla yaptıkları başvurularda yeterli destek alamıyorlar. Bu durum, kadına yönelik şiddetin sistematik bir sorun olduğunu gözler önüne seriyor.
Her bir cinayet, sadece bir hayattan geriye kalan değil, aynı zamanda birçok insanın hayatında kalıcı hasarlar bırakıyor. Cinayetlerin, sıradan bir olay gibi görünmesi, toplumsal bir duyarsızlığın ürünüdür. Bu yüzden bu tür olayların üzerine gitmek, mağdurları desteklemek ve toplumu bilinçlendirmek adına büyük bir sorumluluk taşıdığımızı unutmamalıyız. Feminist hareketlerin ve sivil toplum örgütlerinin örnek çalışmalarını desteklemek, kadınların seslerinin daha gür çıkmasına yardımcı olacaktır.
Kadın cinayetlerinin önlenmesi için sadece yasal düzenlemeler değil, aynı zamanda toplumsal dönüşüm sürecinin de hızlandırılması gerekiyor. Toplumun tüm kesimlerine seslenmek ve kadına yönelik şiddeti kabul edilemez bir davranış olarak tanımlamak adına sosyal kampanyalar düzenlenmeli. Eğitim, bu dönüşümün en önemli unsurlarından biri. Genç nesillere, eşitlik ve adalet kavramlarını doğru bir şekilde öğretmek, gelecekteki nesillerin sağlıklı ilişkiler kurmasına katkıda bulunacaktır. Ayrıca, erkeklerin de bu değişim sürecine dahil edilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık yaratacaktır.
Son olarak, medyanın rolü büyük. Medyanın, kadın cinayetlerine dair haberleri sunarken kullandığı dil ve anlatım tarzı, kamuoyunu etkileyen en büyük unsurlardan biri. Şiddeti normalleştirmeden, kurbanları suçlamadan ve erkekleri yüceltmeden haber yapma bilincinin edinilmesi gerekmektedir. "Karısını boğarak öldürdü" gibi başlıklar yerine, daha derinlemesine ve sorgulayıcı bir bakış açısıyla haberlere yaklaşmalıyız. Bu, sadece bir cinayet haberinden ibaret değil; farkındalık oluşturan, toplumu düşündüren bir hikaye olmalıdır.
Sonuç olarak, her bir kadın cinayetinin, bir aileyi, bir toplumu ve bir kültürü derinden etkilediğini unutmamak gerekiyor. Her cinayet, bir insanın hayata olan umudunu boğarak öldürüyor ve sosyo-kültürel yapımızı sorgulamamıza neden oluyor. İşte bu nedenle, kadına yönelik şiddetle mücadele hepimizin görevi. Şu unutulmamalı ki, toplum olarak duyarsız kalmak ve göz ardı etmek yerine, aktif bir şekilde bu konunun üzerine gitmemiz şart. Hayatını kaybeden kadınlar için adalet arayışında bulunmak, yaralarımızı sarmamıza yardımcı olacaktır.